10 Mayıs 2008 Cumartesi

İnanılmaz ama gerçek olaylar


Çıplak gösteren cep telefonu

Çocukluk fotoğrafları siyah-beyaz olanlar mutlaka hatırlayacaktır.

Eskiden, 'Japonlar çıplak gösteren gözlük yapmış. Kime baksan anadan doğma görüyormuşsun' şeklinde bir şehir efsanesi vardı.


Doğru olmasını can-ı gönülden istiyorduk elbette ama maalesef geyikten ibaretti.

Gerçi o kadar da desteksiz bir atış değilmiş. Japonlar zamanla ilerleme kaydetti ve gözlüğünü olmasa da -kazara- video kamerasını yaptılar.

Bu teknoloji şimdi de cep telefonlarında kullanılmaya başlanmış.

Üretici firma yine Japon.

Fotoğraf çekme özelliği olan telefonunuza, 150 dolar değerindeki bir parçayı taktığınız vakit etrafınızdaki herkes bir anda anadan üryan oluyormuş!

Ohh ne ala.Şimdi siz diyorsunuz ki...

Bu haber doğru mu? Hakikaten çıplak mı gösteriyor? Bu kadar ucuzsa neden peynir-ekmek gibi yaygınlaşmadı? Yoksa yaygınlaştı da benim mi haberim yok? Yengeni o ahlaksız heriflerden nasıl koruyabilirim? Bir de, o telefondan ben nerden bulabilirim?

Sony'nin marifeti


ŞİMDİ bu 'çıplak gösterme' hadisesinin ilk nasıl ortaya çıktığını anlatayım.

Japon firması Sony, 1998'de piyasaya sunduğu bir kameraya, gece (yani çok az ışıkta) çekim yapma imkanı veren bir özellik ekledi.

Hani geceyi gündüz yapan kızıl ötesi dürbünler var ya. İşte burada da aynı teknolojiden faydalanılmıştı.

Japon gazeteciler kamerayı test ederken bir şey keşfettiler. 'Nightshot' adı verilen bu özelliği gündüz vakti devreye sokarsanız, insan gözünün algılayamadığı birtakım 'detayları' görebiliyordunuz.

Mesela etek giymiş bir kadının iç çamaşırı gibi!

Bunun üzerine Sony, HEMEN BU kameraları apar topar piyasadan topladı.

Ancak 'nightshot'ı yeni modellerde kullanmaya devam etti. Tabii önlemini alarak: Artık bu özelliği gündüz ışığında devreye sokamıyordunuz.

İyi de, bunu delmek hiç zor değil ki! Objektifin önüne bir fotoğraf negatifi veya fotoğraf mağazalarında satılan 'IR' filtre koyduğunuz zaman, gündüz de olsa yine devreye giriyor.

Ve güzel haber: Şu anda satışta olan bütün Sony kameralar 'nightshot' özellikli!

Keçi boynuzu

Yok yok. Boş yere heveslenmeyin. Bu sayede kimseyi anadan doğma göremiyorsunuz.

Hatta 'eteğin altındaki külodu' görmek için bile bütün koşulların uygun olması gerekiyor.

Işığın yoğunluğu, eteğin rengi, kumaşın cinsi. Hepsi birer etken.

Öğleden sonraki yumuşak güneş ışığında çekim yaparsanız, 'kurbanınız' koyu renk (kahverengi, lacivert vb.) etek giymişse ve eteğin kumaşı da polyester veya likralı ise 'başarı' şansınız artıyor.

Gerçi bu konuda başarılı olsanız da sonuçta renkli değil, yeşile çalan, epey kalitesiz bir görüntü oluyor.

Yani bir nevi keçi boynuzu. Onca emekten sonra hiç de öyle 'hayatınızı değiştirecek' sonuçlar elde edemiyorsunuz.

Ama malum: 'Bu Japonlardan korkulur!'

Bir gün -ki o gün kesinlikle uzak değil- gerçekten de çıplak gösteren gözlüğü yapacaklarına artık adım gibi eminim.


Patates cipsini kim buldu.

Patates çipsi kötü niyetli bir aşçı tarafından bulunmuş.1853'te NewYork'taki bir restoranın şefiGeorge Crumun hazırladığı patatesleri bir müşteri tarafından"kalın ,yumuşak ve tuzsuz oldukları gerekcesi ile beğenilmeyip geri gönderilmiş.Sinirlenen şefdepatetesleri kağıt gibi incecik kesmiş kızgın yagda uzunca bir süre kızartmış ve patatesin üzerinede kalın birtabaka oluşturacak kadar tuzlamış.İşn acaibi müşteride bu şekil patatesi çok sevmiş.Crum'un istemeden yarattığı buspesiyalede 'saratoga cipsi' denmiş.Bir pazarlamacı ise bu cipsleri paketleyip satmaya karar vermiş.Üstüne birde bu cipsler afrodizyak etkisi gösterir deyince cipsin ünü iyice yaygınlaşmış.


Coca cola formülü:

Hani derler yaa coca cola'nın formülünü sadece iki kişi biliyormuş.Onun için ikisi aynı uçağa binmezlermiş.Hani uçak düşerde ikiside ölür formülü bilen kalmaz.Aslında bu yalanmış.


İnanılmaz ama gerçek...Avusturya Prensi Franz Ferdinand'ın limuzinine kim sahip olursa başına kötü şeyler gelmiş. Avusturya prensi bu arabada vurulmuş. Limuzinin sonraki sahibi Bosnalı general Potiorek delirmiş.
Daha sonra arabayı kullanan Potiorek'in yardımcısı iki kişiyi ezmiş ve intihar etmiş.
Arabanın sonraki sahibi Yugoslav bir valiymiş, dört ayda dört kaza yapmış, sonuncusunda kolunu kaybetmiş. Arabanın bir sonraki sahibi olan doktor, bir hendeğe uçarak hayatını kaybetmiş.
Daha sonraki sahibi zengin bir mücevher satıcısıymış, uçurumdan düşerek ölmüş. Daha sonra arabayı alan İsviçreli yarışçı duvara çarparak ölmüş.
Daha sonra arabayı tarihi değeri için alan çiftçi filan diye uzayıp giden hikaye bir yerden sonra inandırıcılığını yitiriyor tabii.Limuzin şu an Viyana müzesinde sessizce bir sonraki kurbanını bekliyormuş.Öyle Diyorlar...

Haliçin dibi altın dolu
Bedrettin Dalan’ın Büyükşehir Belediyesi Başkanı olduğu zamanlar... Hani “Haliç’in suyu benim gözlerimin rengiyle aynı olacak” filan da demişti. İşte tam o sıralarda Caponlar Dalan’a gelip, “Bey’fendi bizim teknolojimizle Haliç’i temizlemek çocuk oyuncağı. Burayı 6 ayda temizleriz ama tek şartımız var: Haliç’in dibinden çıkan heeerşey bizim olacak” demiş. Taabi Dalan yılların kurdu, yutar mı hiç küçücük Capon’un cinliğini. “Olmaz” demiş, “Gidin kendinize başka bi aptal bulun!”


Neden? Çünkü Dalan da Caponlar gibi biliyomuş ki Haliç’in dibi silme, tonlarca altınla dolu. Zamanında Fatih İstanbul’u fethettiğinde bütün Bizanslılar altınlarını, “Türko’lara yedireceğime denize atarım daha iyi” diyerek Haliç’e sallamış. Osmanlı’dan kaçmaya çalışan o zamanın Bizans İmparatoru Justinyen’in gemisi de Haliç’ten çıkamadan batırılmış. Bizans sarayının büttüüün hazineleri denizin dibini boylamış.

Yine Osmanlı zamanında seferden dönen bi’kaç kalyon da getirdikleri ganimetleri boşaltamadan batmışlar Haliç’te. Yağni yer gök altınmış dipte. Bu altınların şimdiki değeri de öyle böyle değil, bizim hazineyi yüze katlarmış. E altın bu, çamurun içinde de olsa paslanacak değil ya, hala ilk günkü değerindeymiş hepsi.


Dünyanın ilk metrosu


Aslında dünyanın ilk metrosu bizim Karaköy’deki tünelmiş. İstanbul’un işgalinde Fransızlar, İngilizler falan tüneli görüp fikrimizi çalmışlar. “Biz bari bunun büyüğünü yapalım” deyip şimdiki metroları kurmuşlar. Zamanında metronun telif hakkını alabilseymişiz bugün Avrupalının, Amarikalının ayağındaki donu bile alabilirmişiz.

yamyamlık serbestmiş.
Çarlık döneminde Rusya’da yamyamlık serbestmiş. Hatta Leningrad’da vitrinlerinde kancalara asılı çocukların olduğu onlarca kasap varmış.

1001 gece masalları
Eski zamanlarda çift sayılar uğursuz diye bilinirmiş. Aslında 1001 gece masalları normalde 1000 taneymiş ama uğursuz sayı olmasın diye bi tane daha ekleyip 1001 yapmışlar.


külkedisinin ayakkabısı camdanmıymış.
Külkedisi masalının orjinalinde kızın ayakkabısı camdan değil tahtadanmış. Ama Fransızca’dan İngilizce’ye ilk çevrildiğinde yanlışlıkla cam diye çevrilince öyle kalmış ve bütün dünyaya da öyle yayılmış.

Marie antoinette ekmek bulamıyorsanız pasta yesinler dedi mi demedi mi
“Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” (Kimin söylediği belli değil ama bilinen şu ki; Marie Antoinette hayatı boyunca böyle bir laf etmedi.)

Karya prensesi tacını kim buldu.
Bodrum kalesinde (müzesinde) sergilenen paha biçilmez Karya Prensesi tacını zamanında Barlar Sokağı'na su borusu döşeyen ameleler bulup müzeye teslim etmiş.

Lanetli bir hikaye

Cheyenneler batıdaki sioux kabilesi ile çok yakındılar küçük boynuz da custer 'e karşı birlikte savaştılar. Ama beyaz adam kurnazdı adil değildi 'adam gibi döğüşmesini bile bilmiyordu' 1848 yılındaliderleri kör bıçak lanetledi bir beyaz adamı ' Kalleşce kan akıttın bu kutsal topraklarda gereksiz ölümlere neden oldun seni en az senin kadar kötü ve lanetlenmiş biri gelene kadar ailenle birlikte lanetliyorum... manitu seni affetmeyecek... Kaderiniz aynı olacak..'der....
Sisli puslu iğrenç bir hava İrlanda'nın o alışılmış küf kokusunu iyice ağırlaştırıyor bastırıyordu kesafet. Bir şilebin pis hangarında fakir bir aile İrlanda'dan amerikaya yeni dünyaya yeni umutlarla aslında kaçmaktadır. Ama tarih nedense bunu daha sonra amerikaya göç diye anacak ve öyle kabul edecektir. Ağır bir yolculuk sonunda fakir İrlanda ailesi Yeni dünyaya ayak basmış yeni umutlar filizlenmiştir. Aile para ve güç kazanmak için hertürlü pis işe bulaşıp insanlara zarar verince ispanyol göçmeni çingeneler tarafından 'Siz çok pis işler yapıp gereksiz ölüme neden oldunuz elinizdeki iktidar sizi koruyamayacak sizleri ... nesil lanetliyorum ' der.
Buraya kadar okudunuz mu? Ne deli saçması dediniz değil mi? Bu çağda bu devirde kim inanır bu saçmalığa... Neyse ben size o zaman şimdi başka bir hikaye anlatayım...Daha doğrusu size bir kronolojik ve alfabetik bilgi eşliğinde anlatayım...

Abraham Lincoln Kongreye 1846 yılında seçildi...
John F. Kennedy ise 1946 ;
Lincoln'un ABD başkanı olduğu yil 1860
Kennedy ise 1960
Her iki başkan da bir Cuma günü suikaste kurban gitti. Her iki başkan da başlarına isabet eden bir kurşunla öldü.
Lincoln'un sekreterinin soyadı Kennedy idi
Kennedy 'in sekreterinin soyadı Lincoln idi.
Lincoln ve kennedy güneyliler tarafından öldürüldü. Lincoln ve Kennedy 'nin koltuğuna güneyliler oturdu. Her iki başkanında yerine gelen yeni başkanın soyadı Johnson'du.
Lincoln'den sonra başkan olan Andrew Johnson 'un doğum yılı 1808'di ;
Kennedy 'den sonra başkan olan Lyndon Johnson'un doğum yılı 1908'di.
Lincoln'u vuran John Wilkes Booth'un doğum yılı 1839'du;
Kennedy 'i vuran Lee Harvey Oswald 'ın doğum yılı 1939.
Her iki suikastçinin de üç ismi ve isimlerinde 15 harf vardı.
Lincoln ''Kennedy''isimli bir tiyatroda vuruldu. Kennedy ''lincoln'' marka bir otomobilde vuruldu.
Lincoln 'ü varan bir tiyatrodan kaçtı bir depoda yakalandı;
Kennedy'i vuran depodan kaçtı bir tiyatroda yakalandı.
Her ikiside davaları başlamadan öldürüldü..
VE son olarak
Lincoln ölmeden bir hafta önce Maryland Monreo ile birlikteydi;
Kennedy ölmeden bir hafta önce Marilyn Monreo ile birlikteydi....
Buraya kadar okumayı başarabildiniz mi bıkmadan ? Amma garip tesadüf haaa diyorsunuz değil mi? Siz öyle demeye devam edin ama en baştaki lanetli hikayeyide unutmayın neden mi?
Cheyenne lideri Kör Bıçak ın 1848 de lanetlediği Abraham Lincoln; İspanyol çingenenin lanetlediği İrlandalı ise John F. Kennedy'di de ondan ...

Hiç yorum yok: